2 Ekim 2010 Cumartesi

OSMANLIDA MÜZİK İLE TEDAVİ

BEYNİN FREKANS DALGALARI

Beyin titreşimlerinin tespiti ilk defa Richard Caton tarafından 1875 yılında yapıldı. Bugüne kadar geçen yüz otuz yıla rağmen bu konuda hala sırlarını çözemediğimiz beyin, değişik dalga boylarında titreşiyor. Taşıdığımız bir sürü duygunun ve ruh halimizin beynimizde titreşimsel bir karşılığı olduğunu öğrenmek ise yıllarımızı aldı.
“Ona aşık oldum galiba, gördüğümde her yerim tir tir titriyor; o kadar sinirlendim ki onu parçalamak istedim; duyduklarım beni o kadar rahatlattı ki bir denizde yüzüyor gibiydim; öğrendiğim bu bilgi kafamda pek çok soru oluşturdu; karşıma çıkacak sonuçtan o kadar korkuyorum ki kalbim yerinden çıkacak…”
Yukarıdaki cümlelerin içinde saklı duyguların her birinde beynimiz, ayrı dalga boyunda frekanslarda titreşimler yayıyor. İsimlendirilen her dalga boyunun salınımı, duygu değişimleri sırasında frekansını değiştiriyor.
______________________________________________
( http://www.indigodergisi.com/nesrin_26.htm dan alıntıdır )
Kısacası Beyniniz bir radyo gibidir… elektrik dalgalarını alır ve yayar. Frekanslar, elektrik faaliyetlerinin ölçüldüğü ve grafiğinin çıkarıldığı aralıklardır. Her şey bir ölçüde frekans yaydığı için frekanslar etrafınızı sarar ve bedeninize bile nüfuz eder. Yeryüzünün ise kendine özgü frekansları vardır.
Bedeniniz hareket ettiğinde, bu hareketler etrafınıza iletilir. İyonosfer katmanı (buna iyonosferik kovuk da denir) yaklaşık 9.5 cps’lik(saniyedeki devirler, 7.5 civarındaydı ama şimdi çok hızlı şekilde artıyor) frekansa sahiptir. Bedeniniz 6.8 ve 9.5 Hz arasında titreşiyor. İskeletiniz ve iç organlarınızın birbiriyle uyumlu hareketleri yaklaşık 8 ile 9 cps hızındadır. Bu da şu anlama gelir: bedeniniz ve iyonosferik kovuk toplamda eş zamanlı hareket eder.
Gezegenle birlikte yankılanırsınız ve birbirinizle enerji alışverişinde bulunursunuz. Ne kadar uzaklıktan enerjinizi yeryüzünün elektromanyetik kovuğuyla paylaşabilir ve enerjinizi yayabilirsiniz? Yaklaşık 40.000 km. ya da gezegenin yaklaşık tüm çevre uzunluğu kadar. Başka bir deyişle, zihninizden ve bedeninizden gelen sinyaller bu iyonosfer kovuğu vasıtasıyla tüm gezegene yaklaşık saniyenin yetmişte biri kadar hızda yayılır. İnsan bedenleri ve çevre arasındaki frekans bağı nedeniyle güneş/ay/fırtına/gökgürültüsü ve insan davranışlarındaki değişiklikler (mesela: dolunay deliliği) arasında bir ilişki vardır. Hatta benzer ilişki güneş ışınları ile hisse senedi fiyatları arasında da buna benzer bir ilişki vardır. Sadece biz çevremizi etkilemiyoruz, çevremiz de bizi etkiliyor. Çünkü her ikimiz de aynı frekansta (7-9.5 cps) titreşiyoruz. Ya da daha iyi bir ifadeyle biz ve gezegen aynı şekilde frekans değiştiriyoruz. Zihin gücü tekniklerini uygulamaya başladığınızda düşünceleriniz “bulanık geçici arzular” peşinde olmadığında isteğiniz somut ve gerçek olur. Zihnin frekanslarını anladığınızda başkalarının düşünce dalgalarının da kolaylıkla sizinkiyle uyumlu olduğunu göreceksiniz. Gezegensel frekans arttıkça sizin kişisel frekansınız da artacak. Bu nedenle, gerçekleştirme gücünüzü daha kolay ve daha hızlı kullanabileceksiniz. Bu noktadaki şunu bilmelisiniz ki içinde bulunduğumuz gezegenin modern zamanı zihin gücünüzü geliştirmek için en iyi zamandır.İnsan beyninin yaptığı zihinsel aktiviteye göre belli frekansları vardır.

BETA: 14-30 cps – zihin fiziksel bir aktivite ile meşgulse ya da tetikteyse
ALFA: 7-13 cps – hayal kurduğunuzda ya da düşüncelere daldığınızda
TETA: 3.5-7 cps – uyuya kaldığınız an
DELTA: 0.5-3.5 cps – en derin uykuya daldığınız an

Frekansları Teta’dan Alfa’ya be Beta’ya değişmesine dikkat edin. Nasıl arttığını fark ettiniz mi? Gezegenin frekansı artıyor…bu gezegeninde uyandığı anlamına gelir mi?.Düşüncelerinizin sizin ve çevreniz üzerinde farklı etkileri olur.Alfa ve Teta durumu özellikle en yararlı olanlarıdır ve bu iki beyin durumuna daha çok başvurulur. Beyin durumu ne kadar düşerse kafanız o kadar rahattır.
Bu beyin durumlarına ulaşmak;
1. Beyin dalgalarınız iyonosferin doğal frekansına daha yakın olacaktır…yani çevrenizi lehinize kullanmak ve etkilemek daha kolay olacaktır. Çevre derken bulutlardan, yerden, ağaçlardan bahsetmiyoruz…yaşadığınız alanı kapsayan mekanı,enerjiyi,zamanı kastetiyoruz.
2. Zihninizi kullanmak için farkındalığınız ve yeteneğiniz daha kolay ve daha güçlü hale gelecektir. Bu tüm zihin gücü çalışmanızı etkileyecektir. Farkındalığın çeşitli hallerine ve bilincin çeşitli aşamalarına ulaşabileceksiniz.
3. Kalp atışınız yavaşlayacak ve bedensel fonksiyonlarınız rahat konuma gelecektir. Unutmayın giriş bölümünde içsel bedensel fonksiyonlarınızla bilinçaltınız nasıl ilgileniyordu? Zihninizin uğraşacağı bir sürü işi var, hücre bölünmesinden tutun, kan pompalamaya, sinir uyaranlarını analiz etmekten anı depolamaya kadar bir sürü şey. Zihniniz kesinlikle meşguldür ve tüm bunlar olurken sizde başka şeylerle uğraşıyorsunuzdur. Bunları düşünmenize bile gerek yoktur. Temel olarak, beyin dalgalarınız yavaşladıkça ve zihniniz daha da rahatladıkça bedeninizde rahatlar. O zaman zihniniz bedeninizle daha az uğraşır. Farkında olmayan zihniniz teknikleriniz üzerinde daha çok vakte sahip olur. Beden rahatladığında beyninize daha fazla kan pompalanır ve beyin daha fazla beslenir. Bunun tam tersi beden rahatlamayıncaya kadar bu teknikleri uygulayamayacağınız anlamına gelmez. Enerji seviyeniz açısından bazı şeyleri kolaylaştırmak için teknikleri boş mideyle deneyin (aç değil, boş) farkı hissedeceksiniz.
4. Beyin dalgalarınız yavaşladıkça daha iyi odaklanırsınız.
5. Siz beyninizin farklı bölümlerine ve fonksiyonlarına ulaşırken bu konuda eğitimsiz olanlara fark atarsınız.

Düşünceleriniz vardığı yerde engelleri rahatlıkla aşabilir. Yani düşünceleriniz bir başkasının düşüncelerine rahatlıkla karışabilecek yeteneğe sahiptir. Bu halde kişiyi programlayabilirsiniz. Beyninizi alfa durumuna getirmek zihninizi lehinize kullanmanın ve etkilemenin ilk anahtarıdır._________________________________________________________
http://www.spatyom.com/beynin-gizli-gucleri-margi-hillier-t4719.html?s=
ed69bcf768085edca0ad1af650e621a6&p=16382 dan alıntıdır.


Elektroensefalograf beyindeki elektriksel faaliyetleri ölçer. Bu ölçümler, beyinde her biri kendine özgü işlevlere sahip dört farklı durum saptanmıştır. Bunlar Alfa, Beta, Teta, ve Delta' dır.

BETA DALGALARI: Beta, fazlasıyla meşgul olduğumuz hallerde devreye girer. Hızlı, seri ve inişli çıkışlı dalgalardır. Heyecanımız arttığında veya dış faktörlerce fazlaca uyarıldığımızda beta dalgaları yayınlamaya başlarız. Konuşan biri, ders veren bir öğretmen beta dalgaları yayar. Konuşma sırasında tartışma çıkarsa, ortalık gerginleşirse beta dalgalarının frekansı artar.

ALFA DALGALARI: Alfa dalgaları ise; rahatlayınca, heyecan yatıştığında devreye girer. Alfa dalgalarının beta dalgalarına kıyasla genliği daha yüksek, frekansı daha düşük. Beta dalgaları saniyede 15 ila 40 Hz yaparken, alfa dalgaları saniyede 9 ila 14 Hz arasında devir yapıyor. Elinizdeki iş bitince, bir toplantıdan dışarıya çıkıp hava aldığınızda alfa dalgaları gene faaliyete geçiyor.

TETA DALGALARI: Teta, zihnimizin bilinçsiz olduğu hallerde ortaya çıkmakta. Frekansı çok düşüktür, saniyede 5 ila 8 Hz arası . Teta dalgaları bastırılmış duygular ortaya çıktığında aktifleşiyor. Yaratıcılık için ihtiyaç duyulan beyinsel bağlantılar da teta dalgaları sayesinde kuruluyor. Uzun bir yolda ilerlerken, yürüyüşe çıkıp bedeninizi dinlendirmek istediğinizde, gene ilginç ve yaratıcı fikirlerin dalgası teta işbaşındadır.

DELTA DALGALARI: Delta, frekansı en düşük olan dalgadır tespit edilenler arasında. Saniyede 1.5 ila 4 Hz arasında gidip gelir. Son derece de düzensiz yayılır. Bilinçsiz zihnin en derinlerinde, uykunun en derin saatlerinde bu dalgaları yayar beynimiz.Yatakta kitap okurken de yayılan dalgalar gene betaya dönüverir. Uykumuz gelince önce düşük frekanslı beta, kitabı okumayı bırakıp yanı başınıza koyunca alfa, uykuya geçmeye başlayınca teta, uyku derinleşince de deta devreye giriyor.
Araştırmalar teta ve delta dalgalarının özellikle yaratıcılıkla ilgili olduğunu, bu dalgaların beynimizin içine doğru odaklanmamıza yardım ettiğini ve yaratıcı düşünceyi ortaya çıkardığını ileri sürüyorlar. Bu dalgaların en aktif olduğu dönem uykudan uyanma dönemidir. Bu nedenle uykudan uyanma süreci yaratıcılık açısından en yararlı dönemdir. Buna örnek olarak Descartes, en çok uyandıktan sonra, yatakta uykulu, yarı uykulu bulurmuş yeni fikirleri.
Yaratıcılık ile beynin dalgaları arasında ilintili olduğu belirginleştikçe, beynin elektriksel çalışmasını düzenleme faaliyetleri de daha popülerleşiyor. Birçok uzak doğu geleneği, aslında beynin kendisini dingin bir hale getirmeye yarıyor.
Beynin dalgalarına egemen olduğunuzda, sinirlenmeyen, aşırı heyecana kapılmayan, zihni yaratıcılık sürecini uzatabilen biri haline geliyorsunuz. Kas gücünü çalıştırır gibi beynin dalgalarını çalıştırabiliyor, istediğiniz yönde harekete geçirebiliyorsunuz..


PEKİ BU BİLGİLER IŞIĞINDA BEYİN FREKANSLARINI SES YA DA MÜZİKLE AYARLAYIP İSTEDİĞİMİZ DALGA BOYUTUNA GETİREBİLİR MİYİZ?

İŞTE CEVABI!.. ECDADIMIZ BUNU YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN KEŞFETMİŞ VE UYGULAMIŞTIR....


Aşağıdaki linkten terapi seslerini dinleyebileceğiniz programı indirip bilgisayarınıza kurunuz. Programın kullanım açıklamaları ve crack serialleri içerisinde mevcuttur.

http://uploading.com/files/U25AH01D/Terapi müziği.rar.html
OSMANLILARDA MÜZİKLE TEDAVİ

Kâinatta her şey titreşir. Dalga hareketlerini ortaya çıkaran titreşimlerin her biri, ses dalgaları olarak bilinir. Ses dalgalarının ritmik desenleri, musikiyi ortaya çıkarır. Bu açıdan varlıkların aktiviteleri sırasında çıkardığı ses titreşimleri, birer musikidir. Musiki sadece insana has değildir. Her varlık, musikisiyle birlikte yaratılır. Düşük frekanslı ses dalgaları ihtiva eden kuş, su ve rüzgâr, uyku esnasındaki insanın beyin dalgalarına yakın dalgalar ürettiğinden insanı dinlendirici tesirlere sahiptir. Duyguları incelten ve gönlü yumuşatan müzik türleri, asırlardan beri tedavide kullanılmaktadır. Günümüzde araştırmacılar, beden ve zihin hastalıklarının tedavisinde müziğin kullanılması konusunda hemfikirdir. Bu konuda yapılan birçok araştırma, doktor ve müzisyenlerin; depresyondan kansere, yüksek tansiyondan kronik ağrılara, disleksiden akıl hastalıklarına, migrenden uyuşturucu madde bağımlılığına kadar geniş bir sahada tedavi gayesiyle müziği kullandıklarını göstermektedir.

Özellikle hastaların kendine güveninin gelmesinde, sosyal ilişkilerinin gelişmesinde olumlu sonuçları hekimler tarafından da kabul edilen müzikle tedavinin Anadolu’da başlıca merkezleri vardır. Anadolu’da kurulan medeniyetler içerisinde müzikle tedavi yöntemini en fazla uygulayan medeniyetler Selçuklu ve Osmanlı’dır. Ancak müzikle tedavi yöntemi Osmanlılar döneminde zirveye ulaşır. Başta Edirne olmak üzere Kayseri, Sivas, Amasya, Manisa ve Bursa’da tedavi yöntemleri kurulur. Sultan II. Bayezid’in, Edirne’de 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada hastalara su sesi ve müzikle tedavi yapılmasını emrettiği bilinir. Bu konuda ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde ‘ruh hastalarının burada müzikle nasıl tedavi edildiklerini’ yazar. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre; “Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp ya da yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor ve ondan sonra tedaviye başlıyor.” Yine Çelebi, aynı eserde hafıza ve hatırları güçlendirmede isfehan; aşırı hareketli, heyecanlı hastaları sakinleştirmede rehavi; sıkıntılı, karamsar durgun ve neşesiz hastalara da kuçi makamının iyi geldiğini belirtir.

MÜZİĞİN TEDAVİ GÜCÜ

Müziğin psikolojik rahatsızlıklar üzerindeki tedavi edici etkisi ilk çağlardan bu yana bilinen bir yöntemdir. Osmanlılarda müzikle tedavi en parlak dönemlerinden birini yaşamıştı. Orta çağda ve batılı ülkelerde ruhlarına şeytan girdi diye akıl hastaları, insanlık dışı ağır işkencelere maruz bırakılırken Sultan 2. Bayezit Edirne'de 1488 de mimar Hayrettin'e inşa ettirdiği külliyenin darüşşifa (akıl hastanesi) bölümünde hastaları müzik'le tedavi ettiriyordu.
Müziğin tedavi gücü, aslında Osmanlı Türk ruh hekimlerinin bir buluşu değildi. Fakat, bilimsel çalışmaları ile ruh hekimliği alanında da, çağdaşlarına göre yüksek düzeye ulaşmış Osmanlı Türk ruh hekimleri, hastaların müzikle tedavi konusunda bir hayli ileri gitmiş, İbn-i Sinâ, Râzi, Farâbi gibi Türk bilginlerinin öncülüğünü yaptığı müzikle terapi, günümüz modern tıbbına da ışık tutmuştur.

Evliya Çelebi'ye göre "müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeteri bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp yada yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerine konserler tertipletiyordu. Evliya Çelebi, zihni açma, hafıza ve hatırları güçlendirmede İsfehan, aşırı hareketli, heyecanlı hastaları sakinleştirmede Rehavi, sıkıntılı, karamsar durgun ve neşesiz hastalara da Kuçi makamının iyi geldiğine seyahatnamesi'nde belirmişti.

Felsefe, tıp, matematik, astronomi, musiki gibi bilim dallarında eserler veren İslam âlimi Yakup El Kindi'nin tüccar komşusunun oğlu birdenbire hastalanır. Hastalık, tüccarın işlerini sekteye uğratır; çünkü her işi oğlu yönetmektedir. Hastalığa çare bulunamaz. Bir arkadaşı tüccara, bu hastalığı ancak Kindi'nin tedavi edebileceğini söyler. Tüccar, komşusu Kindi'yi bilmektedir ama şimdiye kadar sürekli aleyhinde konuşmuştur. Yine de aracı vasıtasıyla ondan yardım ister, Kindi de kabul eder. Hastanın nabzını kontrol ettikten sonra musikide hünerli öğrencilerinden birkaçını çağırır.

Onlara ne çalmaları gerektiğini söyler ve sürekli o musikiyi icra etmelerini ister. Dakikalar geçtikçe nabzı kuvvetlenen ve nefesi canlanan hasta bir süre sonra kımıldamaya, oturmaya ve konuşmaya başlar. Kindi, tüccara, "Oğluna ne sormak istiyorsan sor?" der. Sorular sorulup cevaplar alındıktan sonra hasta yeniden eski haline döner. Baba müzisyenlerin devam etmesini isteyince Kindi, "Hasta son gayretini gösterdi. Fazlasına imkan yok; çünkü ömrü tamamdır." diye konuşur.
Tıp bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina ( 980-1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır: "Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir."

SELÇUKLU VE OSMANLILARDA MÜZİKLE TEDAVİ
Türklerde ilk ciddi müzikle tedavi Osmanlı devleti zamanında görülmekle beraber, Orta Asya`da Anadolu öncesi zamanda Baksı adı verilen Saman müzisyenler tarafından, çeşitli hastalıklar için tedavi çalışmaları yapılmıştır. Hala bu faaliyetlerini sürdüren Baksılar Orta Asya Türkleri arasında yaşamaktadırlar. Bir Selçuklu Türk`ünün yaptırdığı Şam`daki Nurettin Hastanesi'nde İbn Sina, müzikle akıl hastalığının tedavisini uygulamıştır. İbni Sina`nın tesirleri Osmanlı devrinde de devam etmiştir. Osmanlı saray hekimi Musa bin Hamun, diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle tedavi yöntemini kullanmıştır. İbni Sina`nın meşhur eseri " El Kanun fi`t-tıbb`" adlı eserini tercüme eden Tokat'lı Mustafa Efendi'nin talebesi Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi (18yy) yazdığı eserinde İbni Sina`nın eserinden çok faydalandığını ifade etmiştir.
Türk Müziği makamlarının ruha olan etkileri Farabi’ye göre şöyle sınıflandırılmıştır:

1. Rast makamı: İnsana sefa(neşe-huzur) verir.
2. Rehavi makamı: İnsana beka(sonsuzluk fikri) verir.
3. Kuçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
4. Büzürk makamı: İnsana havf(korku) verir.
5. Isfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti, güven hissi verir.
6. Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
7. Uşşak makamı: İnsana gülme hissi verir.
8. Zirgüle makamı: İnsana uyku verir.
9. Saba makamı:İnsana cesaret,kuvvet verir.
10. Buselik makamı: İnsana kuvvet verir.
11. Hüseyni makamı: İnsana sükunet, rahatlık verir.
12. Hicaz makamı:İnsana tevazu(alçakgönüllülük) verir.

Farabi Türk müziği makamlarının zamana göre psikolojik etkilerini de şu şekilde göstermiştir:
1. Rehavi makamı: yalancı sabah vaktinde etkili2. Hüseyni makamı: sabahleyin etkili3. Rast makamı: güneş iki mızrak boyu iken etkili4. Buselik makamı: kuşluk vaktinde etkili5. Zirgüle makamı: öğleye doğru etkili6. Uşşak makamı: öğle vakti etkili7. Hicaz makamı: ikindi vakti etkili8. Irak makamı: akşam üstü etkili9. Isfahan makamı: gün batarken etkili10. Neva makamı: akşam vakti etkili11. Büzürk makamı: yatsıdan sonra etkili12. Zirefkend makamı: uyku zamanı etkilidir.


HANGİ MAKAM HANGİ HASTALIĞA İYİ GELİYOR?
1) RAST MAKAMI: Kemik ve beyne etkili. Fazla uyumayı engeller. Nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hakim olduğu için; bu nedenle oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir.
2) IRAK MAKAMI: Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Omuz, kol ve ellere etkilidir. Başın üst tarafına etkisi belirtilmektedir. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korku gidericidir. Saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır.
3) ISFAHAN MAKAMI: Ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği vardır. Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül yenileme, düzgünlük verme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır.
4) ZİREFKEND MAKAMI: Sırt, mafsal ağrılarına ve kulunca faydalıdır. Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp, ciğer, göğüs, kalça ve sağ omuza etkilidir.
5) BÜZÜRK MAKAMI: Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır. Boyun, boğaz, göğüs, ciğer kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir.
6) ZENGULE MAKAMI: Kalça eklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur. Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin hastalıklarına etkilidir. Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder. XIII. asırdan önce hicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal ve sırlar telkin eder, uyku verir, masal duygusu verir.
7) REHAVİ MAKAMI: Sağ omuz, baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl hastalarına faydalıdır. Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide ve yan böğür için faydalıdır.
8) HÜSEYNİ MAKAMI: Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer ve kalbin iltihabını söndürür. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Ateşli nöbetlerin giderilmesinde faydalıdır. Sol omuza etkilidir. Sıtma hastalığına iyidir.
9) HİCAZ MAKAMI: Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro–genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer önemli etki alanıdır.
10) NİHAVEND MAKAMI: Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkilidir. Kulunç, bel ağrısı ve tansiyon rahatsızlıklarına faydalıdır.
11) NEVA MAKAMI: Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir.
12) UŞŞAK MAKAMI: Kalp, ayak rahatsızlıkları ile nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Çocukları etkileyen yellerde ve erkeklerdeki ayak ağrılarına faydalıdır.
13) ACEMAŞİRAN MAKAMI: Kemiklere ve beyne etkilidir. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğun yanlış duruşlarının düzelmesine yardım eder. Ağrı giderici ve spazm çözücü özelliği vardır.
14) SEGAH MAKAMI: Şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur.
15) PENTATONİK MELODİLER: Pentatonik müzik, Asya kökenli Türk musıkîsinin en önemli ve karakteristik özelliğidir. Kendine güven ve kararlılık verir, rahatlık sağlar. Çocuklara, 9–10 yaşına kadar sadece pentatonik müzik dinletilmesi öneriliyor.

MÜZİKLE TEDAVİ BİLİMSEL BİR GERÇEKTİR

Enerjinin biçimleri vardır. Isı, ışık, ses, madde ve sanal gerçeklik, ruhsal gerçeklik. Göremediğimiz ama hissettiğimiz bazen de hissedemediğimiz enerji bantları kendi dalga boyu penceresinden beynimize girer. İlgili duyu organı tarafından elektrik enerjisine dönüştürülür. İnsan beyninde 'müziği takdir yeteneği' olduğu, bebekler üzerinde yapılan deneylerle doğrulanmıştır. Müziği, beyinde mutluluk, neşe, elem, öfke, nefret gibi alanları tetikleyen bir enerji bandı olarak tanımlamak doğru olur.

Beyin haritalama tekniği (PET) çalışmalarında ses, ritim, melodi, vurgu ve armoninin beynin sağ yarımküresinde; frekans ve ses şiddetindeki değişmelerle birlikte müzikle ilgili düşünce kalıplarının beynin sol yarımküresine kaydedildiğini gösteriyor. Diğer taraftan korku, öfke, keyif gibi etkiler duygusal bellek ve düzenleyici olan limbik sisteme işleniyor. Müzikle çok ilgilenenlerin beyninin orta kısmında köprü görevini gören 'corpus callesum' bölgesinin fazla genişlemiş olduğu ifade ediliyor.

Müzikte duygularını harekete geçirenler, limbik sistemi konuştururlar. Müzikte düşüncelerini harekete geçirenler, öğrenirken müziksel unsurları kullanarak, sol beyinlerini de işe katar. Müzik kulağı olanlar öncelikle sağ beyinlerini iyi kullanır.

GÜNÜMÜZDE MÜZİKLE TEDAVİ

1977′de Amerika müzikle tedaviyi bir bilim dalı olarak kabul etmiştir. Müzik terapisi psikiyatri temelli hastalıklarda 1950’lerden bu yana etkin olarak kullanılmaktadır. Farabi, Razi, İbn-i Sina ve Gevrekzade Hasan Efendi gibi Türk alimleri bu alanda çok önemli çalışmalara imza atmışlardı. Batı dünyası da 20. yüzyılın ortalarında keşfettiği müzikle tedavi ya da terapiyi, alternatif tedavi yöntemi değil, geleneksel tıbba uygun ve kuralları kendine has bilimsel bir tedavi yöntemi olarak kabul etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda yaralanan askerlerin terapisinde müzikten yararlanılır ilk olarak. Ardından, 1947’de ABD’nin Michigan Devlet Hastanesi’nde müzik tedavi programına alınır. Böylece bu konuda araştırmalar hızlanır. Depresyon, şizofreni, zeka geriliği, alkol ve madde bağımlığı ile mücadelede müzik tedavi yöntemine başvurulur. Yeni teknik ve pratik uygulama biçimleri geliştirilir. Amerikan Müzik-terapi Birliği 1997’de bir tanımlama yaparak son noktayı koyar: “Müzikterapi, bazı bireylerin fiziksel, psikolojik, sosyal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamada müziği ve müzik aktivitelerini kullanan uzmanlık dalıdır.”
Bugün Batı’da hastane, klinik, gündüz bakımevi, okul, madde bağımlılığı merkezi gibi yerlerde 5 binden fazla uzman, müzik terapisi uygulamaktadır. Şüphesiz, bunda etkili olan temel faktör son yıllarda müzik ve beyin araştırmalarında elde edilen verilerdir. Müziğin, özellikle serotonin, norepinefrin, dopamin, melatonin, kortizol, adrenalin, testosteron gibi psikiyatrik hastalıkların oluşumunda etkili hormonlara; kan basıncı, solunum ritmi, solunum kalitesi, nabız sayısı gibi fizyolojik olaylara olumlu etki yaptığı artık bilinmektedir

29 Eylül 2010 Çarşamba

OTİZM MÜZİK İLE TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Müziğin Tedavi Gücü… Müziğin psikolojik rahatsızlıklar üzerindeki tedavi edici etkisi ilk çağlardan bu yana bilinen bir yöntemdir. Osmanlılarda müzikle tedavi en parlak dönemlerinden birini yaşamıştı. Orta çağda ve batılı ülkelerde ruhlarına şeytan girdi diye akıl hastaları, insanlık dışı ağır işkencelere maruz bırakılırken Sultan 2. Bayezit Edirnede 1488 de mimar Hayrettin'e inşa ettirdiği külliyenin darüşşifa (akıl hastanesi) bölümünde hastaları müzik'le tedavi ettiriyordu.
Müziğin tedavi gücü, aslında Osmanlı Türk ruh hekimlerinin bir buluşu değildi. Fakat, bilimsel çalışmaları ile ruh hekimliği alanında da, çağdaşlarına göre yüksek düzeye ulaşmış Osmanlı Türk ruh hekimleri, hastaların müzikle tedavi konusunda bir hayli ileri gitmiş, İbn-i Sinâ, Râzi, Farâbi gibi Türk bilginlerinin öncülüğünü yaptığı müzikle terapi, günümüz modern tıbbına da ışık tutmuştur.
Evliya Çelebi'ye göre "müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeteri bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp yada yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerine konserler tertipletiyordu. Evliya Çelebi, zihni açma, hafıza ve hatırları güçlendirmede İsfehan, aşırı hareketli, heyecanlı hastaları sakinleştirmede Rehavi, sıkıntılı, karamsar durgun ve neşesiz hastalara da Kuçi makamının iyi geldiğine seyahatnamesi nde belirmişti.
Felsefe, tıp, matematik, astronomi, musiki gibi bilim dallarında eserler veren İslam âlimi Yakup El Kindi'nin tüccar komşusunun oğlu birdenbire hastalanır. Hastalık, tüccarın işlerini sekteye uğratır; çünkü her işi oğlu yönetmektedir. Hastalığa çare bulunamaz. Bir arkadaşı tüccara, bu hastalığı ancak Kindi'nin tedavi edebileceğini söyler. Tüccar, komşusu Kindi'yi bilmektedir ama şimdiye kadar sürekli aleyhinde konuşmuştur. Yine de aracı vasıtasıyla ondan yardım ister, Kindi de kabul eder. Hastanın nabzını kontrol ettikten sonra musikide hünerli öğrencilerinden birkaçını çağırır.
Onlara ne çalmaları gerektiğini söyler ve sürekli o musikiyi icra etmelerini ister. Dakikalar geçtikçe nabzı kuvvetlenen ve nefesi canlanan hasta bir süre sonra kımıldamaya, oturmaya ve konuşmaya başlar. Kindi, tüccara, "Oğluna ne sormak istiyorsan sor?" der. Sorular sorulup cevaplar alındıktan sonra hasta yeniden eski haline döner. Baba müzisyenlerin devam etmesini isteyince Kindi, "Hasta son gayretini gösterdi. Fazlasına imkan yok; çünkü ömrü tamamdır." diye konuşur.
Büyük islam bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina ( 980-1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlamaktadır: "Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir."
Müzikle Tedavi Bilimsel Destek
Enerjinin biçimleri vardır. Isı, ışık, ses, madde ve sanal gerçeklik, ruhsal gerçeklik. Göremediğimiz ama hissettiğimiz bazen de hissedemediğimiz enerji bantları kendi dalga boyu penceresinden beynimize girer.
İlgili duyu organı tarafından elektrik enerjisine dönüştürülür. İnsan beyninde 'müziği takdir yeteneği' olduğu, bebekler üzerinde yapılan deneylerle doğrulanmıştır. Müziği, beyinde mutluluk, neşe, elem, öfke, nefret gibi alanları tetikleyen bir enerji bandı olarak tanımlamak doğru olur.
Beyin haritalama tekniği (PET) çalışmalarında ses, ritim, melodi, vurgu ve armoninin beynin sağ yarımküresinde; frekans ve ses şiddetindeki değişmelerle birlikte müzikle ilgili düşünce kalıplarının beynin sol yarımküresine kaydedildiğini gösteriyor. Diğer taraftan korku, öfke, keyif gibi etkiler duygusal bellek ve düzenleyici olan limbik sisteme işleniyor. Müzikle çok ilgilenenlerin beyninin orta kısmında köprü görevini gören 'corpus callesum' bölgesinin fazla genişlemiş olduğu ifade ediliyor.
Müzikte duygularını harekete geçirenler, limbik sistemi konuştururlar. Müzikte düşüncelerini harekete geçirenler, öğrenirken müziksel unsurları kullanarak, sol beyinlerini de işe katar. Müzik kulağı olanlar öncelikle sağ beyinlerini iyi kullanır.
Bu calismada Türklerde müzikle tedavi, tarihi bir perspektif icersinde ele alinmis, günümüze kadar Türk medeniyetlerindenki gelismeler üzerinde inceleme ve arastirmalar yapilmistir. Bu calisma günümüzde gözardi edilen müzikle tedavinin faydalarini tekrar vurgulamak amaciyla yazilmistir. Bu calismanin toplumumuzda basta müzisyenler ve hekimler olmak üzere pek cok insan kesimine yararli olacagi umulmaktadir.Müzik, eski zamanlardan beri insanlar üzerinde önemli bir yer isgal etmistir. Insanlar üzüntülerini, sevinclerini, kahramanliklarini, heyecanlarini, sevgilerini vb. cogunlukla müzik sanatini kullanarak ifade etmeye calismislardir.Müzik insanlari bir hipnoz hali olusturarak etkilemis ve kitlelere zaman zaman yön vermistir. Özellikle müzik, duygulari yogunlastiran bir özellige sahip oldugundan, pek cok medeniyetlerde dini duygularin güclenmesinde, hastaliklarin tedavisinde oldukca yaygin bir yöntem olarak kullanilmistir.Türk Müzigi makamlarinin ruha olan etkileri Farabi`ye göre söyle siniflandirilmistir:

- Rast makami: Insana sefa (nese-huzur) verir.
- Rehavi makami: Insana beka (sonsuzluk fikri) verir.
- Kucek makami: Insana hüzün ve elem verir.
- Büzürk makami: Insana havf (korku) verir.
- Isfahan makami: Insana harekte kabiliyeti, güven hissi verir.
- Neva makami: Insana lezzet ve ferahlik verir.
- Ussak makami: Insana gülme hissi verir.
- Zirgüle makami: Insana uyku verir.
- Saba makami: Insana cesaret , kuvvet verir.
- Buselik makami: Insana kuvvet veriri.
- Hüseyni makami: Insana sükunet, rahatlik verir.
- Hicaz makami: Insana tevazu (alcak gönlüllülük) verir.

Selcuklu ve Osmanlilarda Müzikle TedaviSelcuklu ve Osmanlilarda Müzikle TedaviTürklerde ilk ciddi müzikle tedavi Osmanli devleti zamaninda görülmekkle beraber, Orta Asya`da Anadolu öncesi zamanda Baksi adi verilen Saman müzisyenler tarafindan, cesitli hastaliklar icin tedavi calismalari yapilmistir. Hala bu faaliyetlerini sürdüren Baksilar Orta Asya Türkler arasinda yasamaktadirlar.Bir Selcuklu Türk`ünün yaptirdigi Sam`daki Nurettin Hastanesinde Ibn Sina, müzikle akil hastaliginin tedavisini uygulamistir. Ibn Sina`nin tesirleri Osmanli devrinde de devam etmistir.Osmanli saray hekimi Musa bin Hamun, dis hastaligi ve cocuk psikoloji hastaliklarini iyilestirmede müzikle tedavi yöntemini kullanmistir.Ibn Sina`nin meshur eseri " El Kanun fi`t-tibb`" adli eserini tercüme eden Tokatli Mustafa Efendinin talebesi Hekimbasi Gevrekzade Hasan Efendi (18yy) yazdigi eserinde Ibn Sina`nin eserinden cok faydalandigini ifade etmistir.

28 Eylül 2010 Salı

Otizm Neden Erkek Çocuklarda Daha Fazla Görülüyor?

Kanadalı bilimadamları iki binden fazla otizm hastası üzerinde yapılan araştırmada, otizmin erkek çocuklarda daha sık görülmesinin nedeninin X kromozomunda bulunan bir genden kaynaklandığı ortaya çıktı.
Otizmin, erkek çocuklarında daha sık görülmesinin X kromozomundaki bir genle bağlantılı olabileceği bildirildi.
İki binden fazla otizm hastasının gen haritasını inceleyen ve sonuçları otizm hastası olmayan kişilerinkiyle karşılaştıran Kanadalı bilim adamları, otizm hastası erkek çocuklarının yüzde 1'inde bu genin mutasyona uğradığını gördü. Mutasyona otizm hastası olmayan erkek çocuklarda rastlanmadı. Aynı mutasyona sahip otistik erkek çocuklarının kız kardeşlerinin ise mutasyondan etkilenmediği belirlendi.
Araştırmaya imza atanlardan Stephen Scherer, "yüzde 1'in birçok insan için çok düşük bir değer gibi görülebileceğini, ancak bu oranın, otizmle birçok genin bağlantılı olması nedeniyle bilim adamlarını heyecanlandırdığını ve onlar için önemli olduğunu" vurguladı.
Kız çocuklarında iki X kromozomunun bulunmasının kızları bu genin bozulmasına karşı daha iyi koruyabildiğini ifade eden bilim adamları, erkek çocukların anneden X, babadan Y kromozomu aldıklarını hatırlatarak, annenin değişime uğramış geni erkek bebeğe aktarması halinde bebeğin otizme yakalanma riskinin çok daha fazla olduğuna dikkati çektiler.
Sonuçları "Science Translational Medicine" dergisinde yayımlanan araştırmada bilim adamları, bu tespitin, hastalığın, risk grubundaki çocukların anne karnında çok daha önce belirlenmesinin yolunu açtığını belirttiler.
Bilim adamları, bir sonraki aşamada PTCHD1 geninin rolünü kesin olarak belirlemek ve otizme yol açan başka genleri bulmak istiyor.
Otizm, erkek çocuklarında kız çocuklarından 4 kat fazla görülüyor.

Otizmin Tipik Özellikleri

*Başkalarına karşı ilgisizdir.
*Göz temasından kaçınır.
*Başkaları ile kendiliİinden iletişim kurmaz.
*İsteklerini bir yetişkinin ellerini kullanarak belirtir.
*Diğer çocuklarla oynamaz.
*Sürekli bir konu üzerinde konuşur. Sebepsiz şekilde ağlar, güler ve sebepsiz davranışlarda bulunur.
*Anlamsız sözleri üst üste tekrarlar.
*Nesneleri tutup sürekli döndürmekten hoşlanır. Değişikliklerden hoşlanmaz.
*Yaratıcılık gerektiren oyunları oynayamaz.
*Bazıları yaratıcılık gerektirmeyen bazı işleri oldukça hızlı ve iyi yapar.

Otizm Nedir?

Otizm Nedir?
Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen bir gelişim bozukluğudur. Otizm genellikle yaşamın ilk 2 yılında ortaya çıkar. Otistik çocuklar genelde öğrenme zorluğu çekerler. Otistik çocukların büyük bir kısmında farklı seviyelerde zeka geriliği görülse de, zeka seviyeleri normal otistik çocuklar da vardır. Ancak genel zeka seviyeleri ne olursa olsun, Otistik çocuklar çevrelerindeki dünyayı algılamakta ortak bir zorluk çekerler
Bir annenin doğum sonrası çocuğunun (tüm özür grupları dahil olmak üzere) özürlü olma oranı %2dir; Otistik olması oranı ise %0.5′tir (eskiden bu oran 4/10.000 olarak değerlendirilirdi). Bir otistik çocuktan sonra, ikinci çocukta otizmin ortaya çıkması riski %3 dür. Otizm erkek çocuklarda kız çocuklarından 4 kat daha fazla görünmektedir Her çocuktaki otistik belirtiler ve bunların seviyesi farklılık gösterebilir, bu nedenle otizmin seviyelerini kategorize etmek güçtür. Ayrıca, Asperger Sendromu ve Rett Sendromu olarak bilinen otizm formları da bulunmaktadır.

Anneler Lütfen Otistik Belirtileri Tanıyın.....

Otizm, kişinin sosyal ve lisan yeteneğinin ya hiç gelişememesi ya da bu yeteneklerin kazanılmaya başlamışken üç yaşından önce kaybedilmesi halidir.

Üç yaşından sonra da bu yeteneklerin kaybedildiği durumlar vardır.

Otizm, tek başına ortaya çıkabildiği gibi, başka beyin hastalıkları ile birlikte de görülebilir. Kısacası otizm birden fazla sebeplerle ya da birden fazla şekillerde karşımıza çıkabilir. Çünkü insanın sosyal ve lisan yeteneğinin kaybedilmesine yol açan çok çeşitli sebepler vardır.

Otizm teşhisi her zaman önce anneler tarafından “HİSSEDİLİR”, yine anneler tarafından “GECİKTİRİLİR”. Şöyle ki, anne ta yüreğinde bir şeylerin eksik olduğunu hisseder ama bunun ne olduğunu tam olarak ifade edemediği için hep kendinden şüphelenir. Bazı detayları abarttığını var sayar.

Annelerin “birşeylerin yolunda gitmediği” yolundaki kaygıları genellikle yakın aile çevresi tarafından ortadan kaldırılır. Aile çevresi sürekli “ ailemizde falanca da böyleydi, feşmekanca da şöyleydi” diyerek annenin kaygılarını bertaraf eder durur.

Annelerin kaygılarını bertaraf eden diğer bir grup doktorlardır.“Boşuna kaygılanıyorsunuz, çocuğunuz gayet iyi kilo alıyor işte bir sorun yok “ derler.

Bütün bunlar aşırı vesveseli olduğunu düşünerek olayları abarttığını sanan annelerin bir süre rahatlamasına neden olur. Ancak gerçekte var olan hiçbir şey bizler onun olmasını istemiyoruz diye yok olmaz. Otizm varsa vardır ve gün olur reddedilemeyecek bir şekilde kendini gösterir. O zaman da iş işten çoktan geçmiştir.

Neden bir ateş, bir ishal, bir zatürree varlığında teşhis bu denli gecikmez de otizm varlığında böyle gecikir ???

Çünkü otizm sosyal ve lisan yeteneğinin bozulması ya da gelişememesi halidir. Lisan kişiden kişiye farklı zamanlarda geliştiği için aileler çocuklarının “bugün konuşacak” “yarın konuşacak”l arı beklentisini uzunca bir süre sürdürürler. Sosyalleşmeye gelince bazı çocukların bebekliklerinde uyumsuz ve huzursuz olup sonradan değiştikleri bir gerçektir. Kısacası otizmin belirtileri ateş, ishal, öksürük gibi anlaşılması kolay olmadığından teşhis gecikir.

Esasında çocuk gelişmesini iyi bilen biri için teşhis kolaydır. BU YAZININ AMACI DA BU BİLENİN ANNENİN OLMASINI SAĞLAMAKTIR!!! Çünkü otizm bir davranış sorunudur. Davranışlar gözlemle tesbit olunur. Gözlem için yeterli bir süre gereklidir. Çocukla 24 saat yaşayan annedir. Bu nedenle anne çocuğu gözlemleme süresi açısından doktorun önündedir.

Annelere çocuklarının ne zaman yürüdüğünü sorsanız %99’u hemen yanıt verebilir. Ancak bebeklerinin ne zaman “ilk defa gözlerinin içine baktığını”, “aguladığını”,“tel sarar yaptığını” sorsanız %99’u bu soruya yanıt veremez. İşte sosyalleşme ve beraberinde lisan yeteneğinin gelişme adımları bunlardır. Maalesef gelişmenin en önemli adımlarındaki gelişmeler, bebek büyütmenin ona kilo aldırmak telaşı içinde olmanın dayanılmaz ağırlığı altında kaybolur gider.
Bu nedenle işe “Sosyal yetenek nedir?” sorusuna yanıt aramakla başlamak gereklidir. Sosyal yetenek; falanca kişi için ‘o çok sosyal biridir,’ derken kastettiğimiz şey midir?

İnsanoğlu ilk sosyalleşme adımını yaşamının birinci ayının sonunda annesinin gözlerinin içine bakarak atar. Bir aylık bebeğin annesinin gözlerinin içine bakarak ‘agulaması’ hem sosyalleşme, hem de lisan gelişmesinin ilk belirtileridir. Bebek, çevresindeki uyaranlar arasından annesini şekli, kokusu, sesi ile seçebilir.

Bebeğin annesinin yüzünü şeklen tanıyabiliyor olması biberonunu tanıyabiliyor olmasından çok farklıdır. Beynin yüz tanıma alanı ile yüz dışındaki vücut şekillerini ve cisimlerin şeklini tanıma alanları farklıdır.

Bir aylık bebek, anneden gelen ve beş duyuya hitap eden sinyalleri, çevreden gelen diğer sinyallerden ayırd edebilir ve bunlara ses çıkararak, mimik yaparak yanıt verebilir.

‘Ses çıkarmak, mimik yapmak da bir şey mi?’ diyenler, bunları yapamayanların farkında olmadan yaşayanlardır. Ne yazık ki, bu kişiler yapabildikleri her ince ayrıntının kendileri için ne büyük bir sevinç kaynağı olduğunu anlamadan yitip giderler.

“-Oğlumun gözlerinin içine baktıkça sanki o gözlerini benden kaçırıyor. Komşumun çocuğuna bakarken bu hisse kapılmıyorum. Aman canım biraz vesveseliyim galiba. Lohusalıktan olsa gerek.” diyerek otizmin ilk belirtilerini gözden kaçıran annelerin sayısı az değildir.

Bebeğin yeterli göz temasının olup olmadığını, en iyi annesi değerlendirebilir. O nedenle, annelerin bu konuda en ufak tereddütleri varsa bunu hemen bir bilene danışmalıdırlar.

Sosyalleşmede en önemli adımlardan bir diğeri dokunulabilmektir. Bebek önceleri annesinin dokunmalarına ihtiyaç gösterirken, yabancıların dokunuşlarından rahatsız olur. Bu durum olması gerekendir. Aksi söz konusu ise bu normal değildir.

Bir anne “Bebeğimi kucağıma aldıkça ağlamaya başlıyor ve adeta beni itiyor” diyorsa, bu bir sosyalleşme sorununun varlığına işaret eden çok ciddi bir alarmdır.

Bir yaşına doğru bebek giderek yabancıların dokunuşlarına da alışmaya başlar. Bebeğin doktor kontrollerinde çılgınca ağlıyor olması bile bir sosyalleşememe sinyali olabilir.

Sosyalleşmenin bir diğer adımı taklit edebilmektir. Sekiz aylık bebeğe ‘tel sarar’ ‘gel babası’ ‘bir bir’ tekerlemeleri eşliğinde el hareketleri öğretilir. Bebek de bunu kendince taklit eder.. Sosyalleşmede bir sorun varsa bebek bu basit taklitleri yapamaz.. Erken taklit edilmeye başlanan hareketlerden biri öpücük vermek diğeri ise ‘baş baş’ yapmak, ya da hoşça kal anlamında el sallanmaktır. Çocuğum beni öperken öpücük sesi çıkaramıyor ama sadece dudaklarını değdiriyor, ya da beni koklar gibi yapıyor, diyorsanız; ya da el sallaması bir tuhaf ise yani elini sağa sola sallayacağı yerde aşağı yukarı ya da işte bir garip sallıyor diyorsanız bir sorun varlığını araştırmalısız. Bir türlü bebeğime ‘tel sarar’ öğretememiştim, diye ileriki yıllarda bu durumu hatırlamak yerine zamanında şüphelenebilmeyi öğrenmek daha önemlidir.

Taklit yeteneğinin ortaya çıkabilmesi için de çok iyi bir göz kontağına ihtiyaç vardır. Sekiz aya kadar göz kontağının yokluğundan şüphelenmemiş olan bir anne için bebeğinin taklit yeteneğinin ortaya çıkmaması göz kontağı yeteneğindeki eksikliği fark etmesi için yeni bir fırsattır.

İyi bir göz kontağı ile birlikte taklit yeteneği birleşince, çocuk annesinin ağız hareketlerini taklit etmeye başlar. Böylece 6-8. aylarda ‘ba ba’ ‘de de’ ‘ma ma’ gibi ilk heceler ortaya çıkar.

Bir yaş civarında çocuk isteklerini işaret parmağı ile göstererek anlatmaya başlar. Bir şeyi işaret parmağı ile işaret ederek istemek beyinde lisan alanının gelişmekte olduğunun ilk işaretidir. Parmak ile işaret etmek ; el ile göstererek istemek ya da anneyi elinden tutup istenen objenin yanına götürmek ile aynı şey değildir. Parmakla işarette bire bir eşleme vardır. Tıpkı objelerin kelimeler ile bire bir eşlenmesi gibi, bu durum beynin çok özel bir yeteneğidir.

Öte yandan, bir objeyi el ile işaret ederek istemede beyindeki tek bir istek, tek bir sembol ile eşleştirilememekte, obje bir öbek ile simgeleştirilmektedir. Ya da istenilen bir objenin bir başkasının elini kullanarak gösterilmesi ‘ben’ dilinin gelişemediğini ve isteklerin bir başkası üzerinden ‘sen dili’ ile anlatıldığının işaretidir.

Çocuğun istediği objeyi istemek için ses ya da işaret dilini kullanmak yerine kendisinin gidip alması daha da ciddi bir sorundur. Çocuk istediğini ne ses, ne de vücut diline aktaramamakta çareyi gidip onu almakta bulmaktadır.

Maalesef, aileler kendini ifade edemeyen çocuğun gidip onu yerinden alabilmesinden çocuğun zeki olduğu yorumunu yaparak, bu çok önemli belirtiyi gözden kaçırmış olurlar.

“Oğlum bir şey istediğinde o şeye doğru elini uzatıyor.”
“Oğlum bir şey istediğinde benim elimi tutup o şeyi istediğini anlatıyor. “
“Oğlum bir şey istediğinde o şey yüksek bir yerde ise bile sandalyeyi oraya çekip onu oradan alıyor,” diyen annelerin hepsi çocuklarının lisan gelişmesi ile ilgili bir sorunun varlığına işaret etmektedirler.

Lisan gelişmesinde lisanı anlayabilmek, her zaman lisanı konuşabilmekten önce başlar. Bir yaşındaki çocuk, adına dönüp bakarak yanıt vermelidir.

“Oğlum adına döner bakardı son günlerde ona sesleniyorum. Beş keresinde dönüp bakıyor ise, üç keresinde bakmıyor, diyorsanız; “Çocuk o sırada bir şey ile meşguldü, o nedenle bakmamıştır,’ rahatlığında olmadan önce; bu konunun ciddiyetini anlamalısınız.

“Adına dönüp bakmıyor ama, televizyonda bir reklam çıktığında onun sesini tanıyıp öteki odadan geliyor. Çok şükür sağır değil. Demek ki ben vesvese yapıyorum,” demeden önce de dikkatli olmalısınız.

Beynin yüz şekillerini tanıması ile, yüz dışındaki şekilleri tanımasının farklı olduğu gibi; insan sesini tanıması ile hayvan ya da obje seslerini tanıması da farklıdır. Yani, bir çocuğun ; havlayan köpeğe, ya da televizyondan gelen sese dönüp bakabiliyor olması; onun insan sesine de aynı şekilde duyar olacağı anlamına gelmez. Bu olsa olsa sadece çocuğun sağır olmadığını gösterir, ancak çocuğun duyduğu sesi beyninde doğru yorumlayıp anlayabildiğini göstermez.

“Ben sesleniyorum bana dönüp bakmıyor ama televizyonun karşısından kalkmıyor.”
“Televizyon hep açık olsun istiyor, ama hiç karşısına oturup bakmıyor.”
“Çocuğumun reklam çıngıllarına ilgisini tarif edemem.”
“Çocuğum ses çıkaran objeler ile oynamayı ÇOK seviyor. Mutfakta sürekli tencere kapakları ile ses çıkararak oynuyor,” diyorsanız bir an önce bir bilene danışmalısınız.

Bir buçuk yaş civarında, çocuk iki kelimeli cümleler oluşturabilmelidir. “Çocuğum 10 yaşında olmasına rağmen isteklerini tek tek kelimeler ile çat pat anlatabilmesine rağmen hiçbir zaman iki kelimeyi yan yana koyamadı.” diyerek çocuğunun konuşmaya başladığını ve bir gün mutlaka yaşıtları gibi konuşmasını yıllarca beklemiş anneler vardır. Kısacası tek kelime söylemek ile iki kelimeyi yanyana koyabilmek farklı yeteneklerdir. Birinin ortaya çıkmış olması diğerinin de mutlaka ortaya çıkacağı anlamına gelmez.

Çocuğun ilk kelimeleri yarım yamalak ve şekli bozuk olarak ortaya çıkabilirler. Bu belli bir dönem için olağandır. Uzun süre davam etmesi halinde bu durum da araştırılmalıdır.“Çocuğum ÇOK yüksek sesle konuşuyor.”
“Çocuğum çok kısık sesle adeta fısıldar gibi konuşuyor.” diyorsanız bir sorun olup olmadığı konusunda mutlaka bir bilene danışın.

Sosyalleşme adımlarından bir diğeri hayal kurabilme yeteneğidir. Hayal kurmaya başlayan çocuk oyuncakları ile amacına uygun oynamaya başlar: “evcilik oynar, kamyonculuk oynar”
“Çocuğum arabalarını SÜREKLİ – BİTEVİYE bir ileri bir geri sürüyor.”
“Çocuğumun oyuncaklara HİÇ ilgisi yok.” diyorsanız bunun sebebini araştırın.

Sosyalleşmede bir sonraki adım sırasını bekleyebilmektir. “Şimdi sıra bende, şimdi sende “ diyebilmek de bir yetenektir.
“Çocuğum istediği bir şey olmadığında başını yerlere vuruyor. “
“Çocuğum yaşıtlarına yaklaşmıyor.” diyorsanız yine ve mutlaka bir bilene danışmalısınız.

Buraya kadar, bir çocuğun birbuçuk yaşına kadarki sosyal ve lisan gelişme aşamaları özetlenmeye çalışılmıştır. Annelerin bu gelişme aşamalarını yeterince bilmeleri önerilir. Bu aşamaların bir bir geliştiğini izlemek çok heyecan vericidir. Her bir gelişmede, çocuğun yürümeye başladığında, ilk kelimelerini söylediğinde duyulan heyecan duyulacağından, çocuk büyütmek daha keyifli olur. Üstelik annelerin “bilinçli bir anne olma” arzuları önemli ölçüde giderilir.

ÇOCUKLAR YAŞAMA ANLAM KATAR!

Doç.Dr. Sabiha Paktuna Keskin